Dr. Olaf Koob
Olağanüstü cildimiz – bizi sadece rüzgâr ve güneşten koruyan bir pelerin değil, aynı zamanda vücudumuzdaki en önemli organlardan biridir. Eğer onun sürekli devam eden aktivitesi ve yeni koşullara uyarlanabilen geçirgenliği olmasaydı, ne sağlığın ne de uzun bir hayatın keyfini sürebilirdik. –C. W. Hufeland, 1762-1836*
Cildimiz bizim en büyük organımızdır, biçim ve işlev açısından bizi sarıp sarmalar. Dışımızdaki yüzeysel bir organ olduğu için ortaya çıkan belirtileri dışarıdan araçlarla tedavi edebileceğimize inanırız. Sözüm ona “cilt hastalıkları”nı teşhis etmek kolaydır ve alopatik (hastalığı karşıt ilaçla tedavi eden tıp) merhemler belirtileri çabucak ortadan kaldırmakta oldukça etkilidirler. Ancak bu tür tedaviler yanıltıcı olabilir. Aslında hastalanan cildin kendisi değildir; cilt rahatsızlanarak altta yatan temel sebepleri ifade etmektedir ve bunların dışa atılıp açığa çıkmaları için bir yol sunar.
Son yüzyılda homeopatinin (benzeri benzer ile tedavi eden tıp) kurucusu Samuel Hahneman, cilt hastalıklarının sebebinin her zaman için iç organizma olduğunu fark etmiştir. Belirtiler bastırıldığı veya hiç yüzeye çıkmadığı takdirde, hastalık çoğunlukla kendini maskeler ve daha inatçı bir hale gelerek, vücudun başka bir yerinde daha kronik ve ciddi bir şekilde tekrarlar. Kızamığı tam olarak çıkaramayan bir çocuk zatürreye daha yatkın olabilir. Dikkatli ve bilinçli bir hekim, herhangi bir kızarıklığı lokal araçlarla, cilt üstüne sürülen merhemlerle gidermekten uzak durur, ancak bazı merhemler cildin dışarı atma sürecindeki fonksiyonuna yardımcı olabilir.
Bir kadın ülserli kolit şikâyeti ile bana geldi. Yıllar boyunca egzama dolayısıyla kortizon tedavisi gördüğünden bahsetti. Neticede egzama daha sonra astım olarak baş göstermek üzere yok olmuştu. Daha sonra astım içerden kortizon ve spreyler ile tedavi edilmişti. Ortadan kaybolmuş, ancak bu sefer de kolit olarak tekrar meydana çıkmıştı. Başka bir deyişle, egzama iki kere maskelenerek içeri itilmiş ve böylece kendisini daha kronik bir hastalığa dönüştürmüştü.
Cildin aynı zamanda ruhun bir aynası olduğunun farkına varmak, teşhiste bana çok geniş bakış açısı imkânı verdi. Kısıtlayıcı hayat koşullarında yaşayan insanların dirseklerinde oluşan egzamayı tedavi etme fırsatlarım oldu, çok açıkça ruhlarının hareket edecek alana, “dirsekleriyle kendilerine yer açmaya” ihtiyaçları vardı.
Aynı şekilde hayatlarında bir şekilde kriz yaşayıp “tutunmayı” bırakan insanların avuç içlerinde egzama gördüm.
Fransa’daki bazı psikanalistler, gerçek varlığımızın içerlerde bir yerlerde değil de aslında dış yüzeyde, dünya ile iletişim halinde olduğunu söylerler (merkez çevre haline geliyor). Çocuklara çevre tarafından aşırı yüklenildiği takdirde, ruh “derileri” zarar görebilir: “kabuğu olmayan çekirdek.” gibi. Biz kendimizi bilinçsizce kirlilikten ve her türlü saldırıdan içsel bir bariyer yaratarak koruruz, ama sınırlarımızı asıl gösteren cildimizdir.
Ergenlik aknesi tipik bir ruhsal/bedensel fenomendir, metabolizmadaki dengesizliklerle olduğu kadar sınırlarla da ilgilidir. Kendini bulmak üzere dünyadan soyutlanma süreci gerektiği şekilde gerçekleşmezse, gelişimsel süreçte gizli bir arkadaş olabilir. Ciddi akne durumu, genellikle uyum göstererek kendini her şeye katılmak zorunda hisseden ve sınırlarını zorlayan gençlerde görülür. Rahatsızlık, aksi takdirde gerginlikten iyice incelecek olan kişileri “korkutup kaçırır” bazen.
Dışardan uygulanacak doğal bitkisel bazlı cilt bakım karışımları ve dâhili yoldan da homeopatik ilaçlar, cildin bir ayna ve aracı olarak kendi dengesini bulmasına yardımcı olabilirler.
* Alman hekim. Homeopatinin kurucusu Samuel Hanhemann’ın yakın arkadaşıydı. Aynı zamanda Goethe ve Schiller’in de aralarında olduğu tanınmış kimselere tıbbi destek vermiştir.
Türkçesi: Hande Başaran