Susanne Stöcklin-Meier ile bir röportaj
Spiel und Zukunft (Oyun ve Gelecek dergisi, Kasım 2008Röportajı yapan: Jette Lindhom
Çeviri: Tarhan Onur
Oyun pedagogu ve yazar Susanne, Basel yakınlarında yaşıyor. “Gerçek, doğru davranış, barış ve beraberlik, sevgi, şiddetsizlik: bu beş insani değer, demokrasinin temel direkleridir ve hem özel hem kamusal yaşamda birbirimizle anlaşmayı kolaylaştırır.” diyor. Eğitmenlerin eğitimi için ileri kurslarda doçent olan yazarın, çocuklar ve anne-babalar için çeşitli kitapları var. Değerleri kim belirliyor ve zaman içinde bu değerler nasıl gelişiyor?
Değer yargılarımız bakımından her birimiz toplumsal çevre, geçerli kurallar, yaşadığımız ülkenin yasaları, ailemizin etik ve dini tutum ve davranışları ile kamuoyu tarafından biçimlendiriliyoruz. Bugün ülkemizde her erişkin insanın, yaşamını hangi değer yargılarına göre biçimlendirmek istediğini seçme olanağı var. Bu her zaman olanaklı değildi. Yüzyıllarca genel davranış kodeksini belirleyen ve buna uyulup uyulmadığını denetleyen, sorgulanamaz merciler vardı. Bunlar öncelikle kilise, devlet mercileri, gelenekler ve kentsoylu toplumuydu. Bugünkü değerlerimizin bir kısmı da Eflatun ve Aristo zamanından, eski çağdan kaynaklanır. O zamanlar cesaret, soğukkanlılık, adalet, arkadaşlık ve samimiyet toplumun taşıyıcı değerlerinden sayılırdı. Orta çağda İtalyan Dominiken papazı Thomas von Aquin zamanının değer yargılarına, üç Hıristiyanlık erdemini de eklemiştir: İnanç, umut ve sevgi.
Ama bir ara bir değerler dönüşümü de oldu. Değişen nedir?
Evet, bir zaman devir değişti. Mutlakıyetçilik koşulsuz itaati ve aydınlanma akıl ve eleştiri yeteneğini bu değerler listesine ekledi. Zaman içinde düzen, temizlik, çalışkanlık, tutumluluk, dakiklik ve görev bilinci gibi kentsoylu erdemler önem kazanmıştır. Geçen yüzyılda ise 68 hareketi eğitim sahnesine yeni bir dinamik getirmiştir. O arada katı davranış kuralları ve anlamsız yasaklar kırılmaya çalışılmış ve otoriter baba figürleri alaşağı edilmeye başlanmıştır. Dayanışma, söz hakkı, bağımsızlık ve eşit haklar gibi değerler öne çıkmıştır. Aşırı otorite, disiplin ve düzen gibi kabuk bağlamış eğitim yöntemleri bir yana bırakıldı. Rakkas bu kez de tam ters yöne gitti ve sınırsız özgürlüğe ve yanlış anlaşılmış bir anti otoriter eğitime yöneldi. Eğitim sorunlarında büyük bir güven kaybı ve çaresizlik ortaya çıktı. Çünkü her iki eğitim yöntemi de uygulamada başarısızlığa uğramıştı. Bugün artık pedagojide yeni bir orta yol dönemi başlamıştır.
Bugün bir değerler kaybından söz edebilir miyiz peki?
Hayır, istesek de istemesek de değerler her zaman vardır. Sorun yalnızca, bizim onlara ne kadar önem verdiğimizde yatmaktadır. İnsan öncelikler belirler ve sonra değer verdiği şeyleri gerçekleştirmek ister. Bakış açısına göre, çeşitli değerler için çaba harcamaya eğilimlidir. Özgürlük, hakikat, barış, adalet ve sevgiyi düşünelim örneğin. Bunlar bütün zamanlarda insan için önemli olmuştur. Ancak değer yargıları son yıllarda para, iktidar, medya ve şiddet yönünde gittikçe değer kazanarak ne yazık ki aşırı sapma göstermiştir. İdeal, tinsel, spiritüel olan ve ileriye yönelik yapılandırıcı görüşler şu sıralar yine büyük ölçüde geri saflara atılmış durumda. Yaşadığımız dünyanın farklı boyutlarda bulunan değerler çeşitliliğine rağmen, çoğu insanın artık bir tek temel değeri var – kar etmek. Bu değer kavramı, ahlaki ve demokratik profilini bütünüyle yitirmiştir ve artık sadece ölçülebilir şeyler için geçerlidir. Kazanç sağlayan her şey, değerli sayılmaktadır. Para, başlı başına değer olmuştur. İnsanın sözüm ona her şeyi satın alabileceği araç olmuştur. Başka bir deyişle, para iktidar demektir ve şu anda dünyayı yönetmektedir. Bunun sonucunda aşırı bir bencillik oluşmuştur. Bu arada yardımlaşma, dayanışma ve insanlık yarı yolda kala kalmıştır.
Çocuklarımız neden özellikle bugün değerlere ihtiyaç duyuyor?
Çünkü onlara korunma duygusu ve güven veriyor, çocuklar için önceden bilinemeyen pek çok yenilik içeren dünyaya, yapı ve güvenirlik kazandırıyor. Kapsamını bilebildikleri kuralları olan bir toplumsal çevrede yetişen çocuklar, daha fazla kendine güven geliştiriyorlar ve içinde
yaşadıkları ortama da daha fazla güveniyorlar. Aile ve çocuk yuvasında gün be gün karşılaştıkları çelişki veya tartışmaların üstesinden gelmeyi öğrenerek, iyi bir yönde çelişkilere dayanıklılık kazanıyorlar. Küçük çocukluk döneminde edinilen bu değer yargıları temelinde, sonra dünya görüşü ile bir değerler dünyası oluşturuyorlar. Bu ancak, anne-baba ve eğitmenler bu beklentilerin farkına varmışsa ve onları yanıtlayabilirse işlevsellik kazanır. Çocukların, değerleri öncelikle bizi örnek alarak öğrendiklerinin bilincinde olmalıyız. Aslında söylediklerimizle yapıp ettiklerimiz arasında zaman zaman uçurumlar açıldığını itiraf etme dürüstlüğünü gösterebilmeliyiz. Örneğin çocuklar birbirleriyle kavga ettiklerinde onları azarlarız ve bu sırada onlar kadar gürültülü ve düşmanca davranabiliriz. Oysa bir dakika önce onları bu yüzden azarlamamış mıydık! Demek ki çocuklar, birbirleriyle saygı dolu birliktelik içinde yaşamayı, onları azarlayıp uyardığımız zaman değil, tersine onlara bu saygı dolu bir arada yaşamayı gözler önüne serip onlara yaşattığımız zaman öğrenirler. Bu hepimiz için her zaman çok geniş ve verimli bir alıştırma alanıdır.
“Masallardaki Bilgelik” adlı yeni kitabınızda, değerleri masallar yardımıyla keşfetmeye çağırıyorsunuz. Masallar bu bağlamda neden bu denli önemli peki?
Masal kahramanları sayesinde çocuklar, çok çeşitli davranış biçimlerinin sonuçlarını öğrenebilirler. Klasik masallar bazen biz erişkinlere tahtadan oyma gibi gelir. Örneğin iyi kalpli küçük kız en güzelleridir ve masalın sonunda prensle evlenmeye hak kazanır. Tembel üvey kız kardeş çirkindir ve cezasını bulur. Oysa yaşam deneyimlerimizden dünyanın aslında çok daha karmaşık olduğunu biliriz. Çocuklar ise belli bağlantıların yeni yeni farkına varmak üzeredirler. Masalların genelde siyah-beyaz yapılanmış dünyası, yön bulmalarını kolaylaştırır. Masallar küçük ve büyük için ruhsal gıdadır. Orada düşler ve fantezi dünyasına, sınırsız olanaklar ve mucizeler alemine ayak basarız. İyi ve kötünün anlayışı burada tıpkı yaşanmış değerler gibi keskinleştirilir. Çoğu çocuk ve erişkin, masalların içinde saklı yaşamı onaylayan, huzur ve güven veren, yaratıcı ve şifalı güce bayılırlar. Masallar arkadaşlıktan, hoşgörüden, yardımseverlikten ve hakikat sevgisinden, yani yaşamda gerçekten değeri olan şeylerden söz eder. Bugün bu değerleri çocuklara aktarabilmek, her zamankinden daha önemlidir. “Beynimizin masallara ihtiyacı var!” – Göttingen Üniversitesinden beyin araştırmacısı Gerald Hüther de bundan emin. Masalı, bir çocuğun sakin oturup dinlemesini sağlayan, ama aynı zamanda fantezisine kanatlar takan ve dil hazinesini zenginleştiren bir sihirli iksire benzetir; bunun da ötesinde masal, kendine güvenini arttırır ve onun geleceğe cesaret ve güvenle bakmasını sağlar. Bu nedenle Hüther masalları, beyin için gerekli süper doping olarak adlandırır. Anne-babalar çocuklarına sık sık masallar anlatmalıdır. Böylece çocuklar sözcük dağarı, bilgi ve olgunluk zenginliği edinirler. Masal ve öykü dinlemeden çocukluk geçirmiş olanlar, içsel resim geliştirme becerisi dumura uğramış, yoksul bir fantezi ve düşük bir dil bilinci ile yaşamak durumunda kalırlar. Masallar, düşüncede, dilde ve ruhta izler bırakır. Erişkin yaşlara kadar değerler bilincini etkilerler.
Anne-baba çocuğuna daima belli masalları mı okumalı ya da anlatmalıdır?
Hayır. Örneğin Grimm Kardeşlerin toplu masallarından tanınmış olanlar yanında, başka kültürlerden öyküler de vardır. Dünyamız gittikçe daha küresel ve çok kültürlü hale geldiğinden, çocukların başka kültürlerin, ülkelerin ve karaların masallarını dinlemeleri çok önemlidir. Grönland’dan Afrika’ya, Çin’den Kuzey Amerika’ya yüzyıllardır masallar anlatılıp duruyor. Ülke, din, gelenek göreneğe göre motifler çeşitleniyor. Ama hepsinde çocuklara hitabeden, onların anladığı resimler, imgeler ve hakikatler vardır. Masallar halklar arasında anlaşmaya hizmet eder, eski ve yeni anlam imgeleri aktarır ve dil kullanımını besler. Yabancı ülkelerden masallar, çocuklarda hoşgörü ile iyilik ve huzur içinde birlikte yaşama duygusu uyandırmaya yardımcı olur. Bu sırada çocuklar hoşgörünün, kendisininkilere benzemeyen görüşler, değer yargıları, inançlar, davranış biçimleri ile gelenek ve göreneklere saygıyla yaklaşabilme anlamına geldiğini öğrenirler. Başka türlü olma hakkını ve değerini sorgulamadan, başka türlü olmaya izin veren, onun geçerliliğini de kabul eden bir tutuma yaklaşırlar.
Bu bağlamda İncil’den öyküler ne aktarırlar?
İncil’den öykülerin etkisi, iyi masalların etkisi gibidir. Masalcı sadece kitaptan okumaz da iyi anlatabilirse, öykü çok heyecanlı ve canlı olur. Eski ve Yeni Ahit metinleri zaten uzun çağlar boyunca sadece ağızdan ağıza aktarılan tecrübeler ve öykülerden oluşur. Çocuklar bu sırada gündelik yaşamla, soruları ve sorunlarıyla bir bağlantı kurabilirlerse, öyküler daha da canlı hale gelir. İncil’deki ileti ve değerlerle çocuklar ancak aktarılmak istenenin ne olduğunu anladıkları takdirde bir bağlantı kurabilirler. Dinsel öykülerle, insanlarla itinalı iletişime özen göstermeyi ve empati geliştirmeyi öğrenebilirler. Kıssadan hisse, Yeni Ahit’de ve çoğu dinde bulunan “altın kural”dır. Özü de, “Başkalarına, sana davranılmasını istediğin gibi davran” olmaktadır.
Kitabınızı çeşitli temel değerleri ele aldığınız seçme masallarla beş bölümde hazırlamışsınız. Okurlarımıza bazı somut tavsiyelerde bulunabilir misiniz?
Tabii seve seve. Kitabımda özellikle vurguladığım temel değerler hakikat, doğru davranış, barış ve huzur içinde birliktelik, sevgi ve şiddetsizliktir. Kısaca açıklamaya çalışayım.
1 Hakikat
İçinde fazla yalan dolan olmayan, hakiki bir gündelik yaşam sürmeye ihtiyacımız var. Anne-babanın vergi ödemede kurnazlıklar, hizmet ücretleri öderken yapılan küçük oyunlar, ya da telefon çalınca yok dedirtmelerin ardında yatan hakikatten uzak davranışların, çocuk farkına varmıyor sanmaları, büyük bir yanılgıdır. Oysa çocukların, yapıp ettiklerine ve söylediklerine, temel ilkelere ve ideallere sadık kalan anne-babalara ihtiyacı var. Örneğin Hans Christian Andersen’in “Kralın yeni giysileri” masalı, dürüstlük ve yalandan, kendine güven ve kendini beğenmişlikten, öne çıkma ihtirasından, gerçeği söyleme cesaretinden, ama aynı zamanda kendi görüşünü savunma korkusundan söz eder. Büyük paralar karşılığı krala “görünmez giysiler” dokuyan iki dolandırıcının kötü oyunu, sadece yalın gerçeğin gözünün içine bakmaktansa, halkın kendini beğenmişlik ve kendine güvensizlik yüzünden görmemiş gibi yapmayı tercih etmesiyle mümkündür. Oysa masum bir çocuk, doğruyu söyleyerek bu dolandırıcılığın ortaya çıkmasını sağlar.
2 Doğru davranış
Doğru davranışı tanımlamak hiç kolay değildir. Bir toplumun neyi uygun ve iyi bulduğu ya da bulmadığı zamanla değişir. Ama çocukların neyin “doğru” neyin “yanlış” olduğuna dair çok sağlıklı bir sezgileri vardır. Bir davranış onlara göre yanlışsa, ya da kendilerine kötü davranılmışsa, hiç çekinmeden: “Haksızlık bu!” derler. Doğru ve dürüst davranış, hem özel hem kamusal yaşamda birlikte yaşamayı kolaylaştırır. Hırsızlık yapmamak, öldürmemek, canlılara gereksiz yere acı çektirmemek doğru davranışlara örnektir. Yalan söylemekten, küfretmekten ve gereksiz yere saçma sapan konuşmaktan kaçınmak da doğru dürüst konuşmaya dahildir. Dikkatli olmak, başkalarına empati duymak, itina etmek, bakmak ve görmek, dinlemek, başka fikirlere izin vermek, malzeme ve zamanla itinalı bir ilişki içinde olmak, hepsi doğru davranış örnekleridir. Sonuç olarak herkes, kendi davranışlarının sorumluluğunu taşımalıdır. Kendimiz yapsak da, başkasının yapmasına izin versek de, her davranışın bir etkisi ya da sonucu olduğunu bilmek gerekir. Bu konu bağlamında Grimm Kardeşlerden “Balıkçı ile Karısı” masalı iyi bir örnektir. Bu masalda ölçülü olabilmek, hırs, doğru ölçü, memnuniyet, aşırı cimrilik, şükran duygusu ve nankörlük, hakikati kaldırabilme gücü, medeni cesaret ve kılınmak ele alınır. Balıkçının karısının ölçüsüz açgözlülüğü anlatılır. Hiç şükran duymaz, tersine daima daha fazlasını ister. Sabır ve memnuniyet duygusundan yoksundur. Bugünkü maddeci dünyamızda, çocukların mal ve malzemeyle ilişkilerde dikkatli ve özenli olmayı öğrenmeleri ve mutluluğun sadece iktidar ve paraya bağlı olmadığını görmeleri iyidir. Bu masal bize, daha azın aslında daha iyi olduğunu gösterir. İncil’deki iyi yürekli keşiş öyküsü de, doğru davranış için iyi bir örnektir. Hiçbir şey yapmadan seyirci kalmamak ve yardıma ihtiyacı olanların imdadına yetişmek için cesaretlendirir.
3 Barış ve beraberlik
Barış dolu bir dünyanın anahtarı, her birimizin ellerinde. Dalai Lama bunu çok güzel açıklıyor, “Kendisi içsel barışı bilmeyen biri, bunu başka insanlarla karşılaştığında da bulamayacaktır.” Ailede, köyde, kentte, ülkede, her kıtada ve bütün dünyada barışa ancak şiddetin üstesinden gelebilirsek ulaşabiliriz. Barışa erişmek için, birlikte bir şeyler yapmalı, çalışmalı ve vizyonlar geliştirmeli, öyle düşünmeliyiz. Anne-babalar, çocuklar, arkadaşlar, akrabalar, komşular, yuvalar, okullar, resmi daireler, hepimiz mümkün olduğunca güç birliği edip aynı halatın ucundan tutmalı ve çekmeliyiz. Sağlıklı gelişebilmek için çocukların barışçıl bir iklime ihtiyaçları var. Erişkinler onlara bağırdığında, ya da anne ile baba kavga ettiklerinde çocuklar korkar ve üzülürler. Bundan kaçınmak demek, çelişki ve tartışmadan her ne olursa olsun kaçınmalıdır anlamı çıkarmak değildir. Çelişki ve tartışmalar son derece normaldir. Ancak birbirimizle barış içinde yaşayacaksak, çocukların çelişki ve çatışmalarla başa çıkmayı, onları çözmeyi, sınırlara, kurallara ve başka görüşlere saygı göstermeyi ve duygularını gösterebilmeyi öğrenmeleri gerekir. İyi bir örnek öykü de Yeni Ahit’teki kayıp oğul öyküsüdür. Oğul, evden çıkar ve büyük, geniş dünyaya adım atar. Bir masal kahramanının tersine, yaşamın önüne koyduğu sınavları geçemez ve başarısız olur. Pişman şekilde eve döner. Babası onu affeder ve kollarını açarak kucaklar, onu yine eve alır.
4 Sevgi
Çocukların bizim sevgimize şefkat, ilgi, gözetme, koruma, kollama, sıcaklık, gülümseme biçiminde ihtiyacı vardır, sesimize ve konuşmamıza, göz temasımıza ve dokunuşlarımıza ihtiyacı vardır. Sevgiyle büyütmek ve eğitmek demek, aynı zamanda arkadaşlıkları beslemek, yıl boyunca gelen bayram ve tatil günlerini kutlamak, iyi gelenek ve görenekleri, ritüelleri aktarmak, tinsel bir arka plan oluşturmak ve en yakınlarımıza saygıyı yaşayarak göstermek ve aktarmak anlamına gelir. Sevgisiz büyüyen çocuklar, bedensel ve ruhsal bakımdan hastalanırlar. İçsel ve dışsal olarak yavaş yavaş dumura uğrarlar. Felsefeci, yayıncı, eğitimci ve antroposofinin kurucusu olan Rudolf Steiner’e göre, “sevgiyle eğitim”, çocuğu saygıyla kabul etmek, sevgiyle eğitmek ve özgürlüğe bırakmakla olur. Sevgi tohumlarını, bir gülümseme ile çocuklarımızın yüreklerine bırakmaya çalışalım. Onları her gün güneşli düşüncelerle, güzel sözlerle, şarkılarla, mizahla, öyküler ve neşeli beraberlikle sulayalım. Tohum, bir süre sonra çatlayacak ve güzel bir filiz verecek, renkli çiçekler açacak, sonra sulu meyveler verecektir. Bunlar yürek sıcaklığı, güven, içtenlik, şefkat, muhabbet, sevimlilik, empati, arkadaşlık, hoşgörü, yardımseverlik, neşe, iyi yüreklilik, affetme, sabır, iyi huyluluk , edep, saygı ve güven duyma gibi nitelikler olacaktır. Grimm kardeşlerin “Yıldızlı para” masalında, sevgiyle her şeyini verebilen birinin, mucizevi biçimde ödüllendirileceği, anlatılmaktadır . Şans yıldızları gökten akmaya başlar ve altına dönüşürler. Gündelik yaşamda bazen bir şeyden vazgeçmek ya da fedakarlık etmek, ya da kendimizde olan şeylere sahip olmayan birisiyle bir şeyi içtenlikle paylaşmak yeterli olacaktır.
5 Şiddet uygulamama
Bütün insanların içinde şiddet potansiyeli bulunmaktadır. Modern beyin araştırmalarının gösterdiğine göre, beyin kullanılışına göre değişime uğrar. Sürekli yinelemeler, bununla ilişkili sinir hücrelerinin bağlantılarını kuvvetlendirir. Böylece alışkanlıklar oluşur ve bunları geri döndürmek oldukça güçtür. O nedenle çocukluk döneminde gündelik yaşamdaki saldırganlığı sevgi ve anlayışla ama kesinlikle durdurmak önemlidir. Şiddetsizlik, temel olarak her tür canlı varlığın incitilmesinden ve zarar görmesinden kaçınmak anlamına gelen bir yaşam tarzı ve düşünce tutumudur. Şiddetsizlik, kaba gücün ya da kaba güçle tehdit etmenin sorunları çözmeye yaramadığı, haksızlığı ve baskıyı ortadan kaldırmadığı görüşünde olan bir davranış biçimidir. Büyük Hintli özgürlük savaşçısı Mahatma Gandhi, gelecekteki barış dolu bir dünyaya giden yolun yegane ilacı şiddetsizlik olacak, demiştir. Gandhi’ye göre olumsuz düşünceler, yalanlar, nefret duyguları ve aşırı telaş da şiddete dahildir. İnsanların sabır ve sürekli çabayla kendileriyle ve başkalarıyla barış ve huzur içinde yaşamayı öğrenebileceklerine inanıyordu. Şiddetsiz iletişimi öğrenmeye çocuklukta başlamak gerekiyor. Çünkü çocuk taklit yoluyla öğrenir. O nedenle anne-babaların ve eğitmenlerin ona iyi örnek olmaları çok önemlidir. Grimm Kardeşlerin “Arı Kraliçe” masalı, bu şiddetsizlik konusunu derinlemesine ele alır ve işler. Buradaki üç hayvan karınca, ördek ve arı, sembolik olarak karada, suda ve havada yaşayan her şeyi simgelerler. Dünyayı fethetmek üzere ülkeden çıkan iki kardeş prens, hiçbir işe yaramazlar. Toprakla, suyla ve havayla ilişkileri yıkıcı biçimde gerçekleşir. Sarayın ve taşa dönmüş insanların üstündeki sihri çözmenin yegane yolunu ancak o çok alay edilen salak bulur. Zira bütün enerjisiyle doğanın yeniden şifa bulması için çalışır. Görevleri, ancak bin adet inciyi toplama, anahtarı denizin dibinden bulup çıkarma ve gerçek prensesin kim olduğunu bulmada hayvanlar ona yardım ettiği için yerine getirebilir.
Bayan Stöcklin-Meier, söyleşi için çok teşekkür ederiz.