Yaz gün-tün dönümü

yazan Eğitim Sanatı Dostları
2057 views

Tarhan Onur

Haziran 2020

Haziran ayı boyunca geliştirmek istediğimiz erdem “Metanet sadakate dönüşür” üzerinde derinlere dalarak düşünmeye vakit ayırdığımız bu günlerde, dayanıklılığın itici gücünün aslında düşünme faaliyetinden ortaya çıktığını fark ederiz. Dışarıya yönelen her edimin, kendi manevi varlığımızın şeylerin içinde yatan tinle karşılaşmasından kaynaklandığını görebiliriz. Bu sayede sadece faaliyetimizin nesnesini değil, kendimizi de değiştirdiğimizi idrak ederiz. Kısacası daima kendi kendimizi eğitmekte ve kendimize öğretmekteyizdir. Bu hiç bitmeyen akış halindeki dayanıklılıkla içimizdeki itici güce sadık kalırız. Sadakat ise kendi üzerimizde yarattığımız dönüşümle yaşadığımız çevreye ve dünyaya da yayılır.

Bulutları içten içe aydınlatan:

Bizi de

içten içe aydınlatsın,

içten içe güneşletsin,

içten içe korlaştırsın,

içten içe ısıtsın.

Euritmi için, Rudolf Steiner

Rudolf Steiner, yılın akışında dünyanın “nefes alıp vermesi” tanımını yaparken, ilkbahardan itibaren sürekli yoğunlaşan doğal yaşam süreçlerinin varlığıyla, insanın da doğayla gittikçe yoğunlaşan ilişkiler geliştirdiğini söyler. Yazın güneşin en yüksek olduğu bu dönemde, doğadaki akışın içine daha fazla karışan insanda bir tür “doğa bilinci” geliştiğini, ilkbaharda bütün o filiz veren, büyüyen, açan her şey için bir duygu geliştirdiğini, çiçekle açtığını, bitkiyle meyve verdiğini, tohum ürettiğini, kısacası dışarıda olan biten her şeyle birlikte yaşadığını anlatır. Böylece doğanın ötesine geçip, bir tür “doğa bilinci” geliştirir. Ama bununla insanın kendi Benini, ya da en azından evrimsel bilinç tarihi boyunca ancak çevresinden, “Ben olmayandan”  uzaklaşarak oluşabilen Benlik Bilincini yitirme tehlikesi de ortaya çıkar. Oysa bu gün-tün dönümünde insan yoğun doğa bağlantı ve ilişkilerine rağmen Benini yalnızca korumakla kalmayıp, onu aynı zamanda “Dünya-Beni” içinde de bulmalıdır.

Ruh Takvimi’nin ritmik döngülere uygun mevsim meditasyonlarına göre yazın insanın görevi, “irade öznelliğini” aşmak, onun ötesine geçebilmektir. Yılın “güneş saati” geldiğinde dünyanın güzelliğinin, ışığın ve ısının, bu kozmik niteliklerin insanın ruhsal-tinsel varlığına gerçekten geçebilmesini sağlamaktır. Burada söz konusu olan, “dünyanın ışığına” ve “dünyanın ısısına” güvenin oluşturulmasıdır.  12. Haftanın deyişinde şöyle diyor:

      Dünyanın güzellik parıltısı

      Ruhumun derinliklerinden zorluyor beni

      Öz yaşamımın tanrısal güçlerini

      Dünya uçuşuna azat etmeye;

      Kendimi terk etmeye,

      Güvenle sadece kendimi arayarak

      Dünyanın ışığında, dünyanın ısısında.

24 Haziran gibi dünya bütünüyle nefesini vererek, dünyanın ruhu kendini tamamıyla yıldızların uzaklıklarına açarak, kozmik evrene teslim olur. Dünyanın ruhsal varlığı güneşin gücüyle, yıldızların gücüyle baştan sona yıkanır. Bu dönemde, kış gün-tün dönümündeki gibi tamamıyla içe kapanmaz, aksine kendini bütün gücüyle canlılık bedeninin sonsuz çeşitliliği ve verimliliği içinde evrene açarak geri yansıtır. Eski halklar bu dönemde şarkılar ve ritmik çember danslarıyla müzikli-şiirsel kutlamalar yapardı. Dışarda yapılan bu kutlamalar sonrasında ama katılanlar, içsel bir kulak kabartmaya yönlendirilirdi. Şarkıları, dansları, kutlamalarıyla kendini evrene açan ve teslim olan insan, tıpkı suyun yükselerek bulutları oluşturması ve sonra yağmur olup yeniden yeryüzüne düşüp her yeri yıkayıp arındırması gibi, kozmik zeka sayesinde evrenden karşılık olarak kendilerine gelecek bolluk ve bereketi beklerlerdi.

Çağlar boyunca önceleri rüyada gibi, daha sonra bilinçle kendini açan ve şiirleriyle, danslarıyla gökyüzüne hitap eden insanın bu eter beden – astral beden üzerinden sağladığı gökyüzü ile yeryüzünün iletişimi, “Ben Bilincini” gittikçe sağlamlaştırdı. Farkındalığı gelişen insan ama doğadan uzaklaştıkça bütün bunları unuttuysa da, yazın bol su içmek, onunla yıkanmak, dans etmek, şarkı söylemek ve içimize kulak kabartmak, her zaman verimli olabildi.

Gözlerini sekiz yaşında kaybeden ama ışığı içten “görmeyi” bilen direnişçi Jacques Lusseyran bir yerde tüm bu katmanların hakkını vererek “Dikkatle yönelmiş varlığımız aslında evrenin kulak kabarttığı köşedir.” diyor. Farkındalığımızı uyandırıp yönlendirdiğimizde, ince titreşimleri çok uzaklara gidebiliyor, ya da zaten zaman ve mekân söz konusu olmadığına göre varoluş halimiz anda algılanıyor, aslında büyük bütünle bir olduğumuzun da farkına varabiliyoruz.

Dünyayla ve kendimizle iletişimde düşünce kontrolü, istek ve irade kontrolü, acı ve haz karşısında serinkanlılık, dünyayı yargılamada olumluluk, yaşama karşı açıklık ve hepsinin birlikte farkındalıkla davranışlarımızda dışa vurulması sayesinde, dünyayı daima yeniden değiştirip dönüştürüyoruz. Haziran ayı ve İkizler Burcu ellere tekabül ediyor, böylece vicdanla dayanıklı etik-estetik bir varoluş yaratma ve yaşama isteği, kozmik güçlerin yeryüzüne nüfuz ettiği bu günlerde yeniden itici güç olabiliyor.

Bunlara da göz atın