Korona Krizi: Demokrasi neden giderek daha fazla önem kazanıyor?

yazan ESDD
1590 views

Gerald Häfner

Çeviri: Bereket Uluşahin

‘Enfeksiyon zincirini kırmak’ – Bu hedefle dünya çapında bütün insanların hareket alanı kısıtlandı. Ağırlıklı çoğunluk bu tavsiye ve düzenlemelere uyum gösterdi. Ama bu geniş kapsamlı kısıtlamalara yönelik eleştiriler de var. Gerald Häfner’le bir söyleşi. Soruları yönelten Wolfgang Held.

Küresel çaptaki bu molanın politik yorumu nedir?

Gelişmelerin daha da mı tırmanacağını yoksa birtakım abartılı senaryoların mı yaşandığını kimse bugünden kesin olarak söyleyemez. Böyle bir durumda yanlış çıkarımlar ve düşman imgeleri üretilmesini tehlikeli buluyorum. Ama nedenler ve seçenekler üzerine, her şeyden de önce bu krizin ardından atılacak adımlar üzerine kafa yormak gerektiğini düşünüyorum. Her kriz gibi bu da içinde tehlikelerin yanı sıra fırsatlar da barındırıyor. Dünyamızın üzerindeki çılgın telaş bir süreliğine sükûna erdi. Bu da bize durup kendimize neyin önemli olduğunu ve gelecekte nasıl yaşamak isteyeceğimizi sormak için zaman ve olanak tanıyor; hem bireysel hem de toplumsal ölçekte. 2008 yılında bankalar hâlâ sistemin önemli kuruluşları olarak görülüyordu. Bugün ise şunu öğreniyoruz: Yiyeceklerimizi ekip biçen ve ulaştıran, çocuklarımıza ve yaşlılara bakanlar aslında insanlardır. Onlar gelir sıralamasının en sonunda yer alıyorlar. Dramatik bir ekonomik çöküş ve toplumsal kırılma ile karşı karşıyayız. Şimdi mesele insani açıdan ekonomi, sağlık ve toplum için kurulacak sistemin gelecekte neye benzeyeceğidir.

Böyle bir pandemiye yetecek yasalar ve kurallar yok mu?

Hayır, yok. Her yerde belirsizlik hâkim. Hükümetler ince bir buz tabakası üzerinde yürüyor. Hazır bir plan ve yasal veriler olmaksızın kendi görüşlerine göre kararlar alıyorlar. Daha ölçü içinde davrananlar geçici kararnameler çıkarıyor. Başkaları olağanüstü hal ilan ediyor ya da savaş hukukuna başvuruyor. Bazıları bunu tereddüt içinde ve isteksizce yapıyor. Başkaları ise tehlikeli bir akıntıya kapılıyor. Bu pandemi nedeniyle sınırsız denetleme ve kontrol sistemlerinin meşrulaştırılarak kalıcı hale getirilmesi gibi bir tehlikenin eşiğindeyiz. Aralarında hukukçuların da bulunduğu bazı güçler olağanüstü hali yurttaşların hareket, düşünce ve toplanma özgürlüklerini kısıtlayan bir yetkilendirme olarak sabitlemek istiyor. Olağan bir durumu düşünebilir ve yorumlayabilirsiniz. Ama olağanüstü durumları öngörülemez olmaları nedeniyle bir standarda oturtmak zordur. Önemli olan şudur: Şimdi yapılmakta olan her şey son bulmalıdır. Sonrasında bizi sınırlamayan hukuk düzenine yeniden ihtiyaç duyacağız. Hukuk yurttaşların özgürlüğünü korur, devletin ve ekonominin güç ve kazanç elde etme çabalarını sınırlar.

Demokrasilerin niteliği her olasılık için ayrı hazır bir yasa bulundurmakla değil, olağandışı durumlarda makul kararlar alabilmek için açık ve esnek yöntemler kullanmalarıyla ölçülür.

Siyaset bu nedenle mi duruma özel ve kestirme bir hareket tarzı benimsiyor?

Evet. Bunun için bazıları şöyle düşünüyor: ‘Duruma uygun kararlar alınması gerekiyorsa demokrasinin artık bir önemi yoktur.’ Ben bu sava tam tersinden bakıyorum. Böylesine belirsiz ve öncelikleri dışlayan durumlarda şunu sormamız gerekir: Şu anda kararları veren insanlara güvenebilir miyim? Bu kararlar nedeniyle kime hesap verecekler? Hangi saikle bu kararları alıyorlar? Kimin adına ve kimin çıkarına hareket ediyorlar? Bu insanların kendilerini bir tartışma ve değerlendirmeye tabi tutmalarını istiyorum: Parlamentoda, halk önünde, kamuoyu yoklamalarıyla ve en sonunda da siyasi seçimlerle. Demokrasilerin niteliği her olasılık için ayrı bir yasa bulundurmakla değil, olağandışı durumlarda da demokratik ve meşru yollardan uygun ve ölçülü kararlar alabilmek için açık ve esnek yöntemler kullanmalarıyla ölçülür.

Devlet başkanları bunun için mi her gün medyaların önündeler?

Evet. Kriz döneminde insanlara – hepimize, her birimize –  ne olacağı kadar siyasi liderlerin de kim olduğu önemlidir. Onlar şimdi büyük bir sorumluluk taşıyorlar. İmrenilecek bir durumda değiller. Ve hepsi de oldukça farklı yollara başvuruyor. Örneğin Amerikalı yorumcular Alman şansölyenin ılımlı konuşmasını övüyorlar: Bütünüyle kimseye saldırmayan, kimseyi karalamayan ve suçlamayan bir konuşma! Buna karşılık Trump sorunu yadsımasının ardından bu ‘ecnebi virüsle’ savaş hukukuna başvurarak savaşıyor. Macron da virüse karşı savaş ilan etti. Orban ise eleştirel haberleri yasaklıyor, seçimleri, halk oylamalarını ve parlamentoyu devre dışı bırakıyor.

İktidar sahiplerine yön veren senaryoyu kimlerin yazdığı da ayrı bir sorudur. Halen bunlar virologlardır. Şimdiye kadar hiç olmamış bir güce sahipler. Şansımıza aralarında ihtiyatlı ve makul kimseler de var. Örneğin Berlin’deki Charite’nin viroloğu kriz sürecinde değerlendirmelerinin nasıl değiştiğini, zaman içinde başka sonuçlara da vardığını itiraf ediyor. Duygusal bir yargıyla şunu söyleyebilirim: Soğukkanlılıkla maliyet-fayda-hesapları yapmaksızın ve enfeksiyonun serbestçe yayılımına izin vermeksizin, yardıma muhtaç olan herkese sağlık sisteminin çökmesini risk altına sokmadan tıbbi yardımda bulunulması, toplumumuzun insanileşmesinin kimlik belgesi olacaktır.

Buna karşın: Viroloji sadece bir görüşü, üstelik kısıtlı bir görüşü temsil eder. Hem başka görüşlere gerek duyar hem de bu başka görüşler zaten vardır. Virolojik açıdan doğru görünen başka bir açıdan tamamen yanlış olabilir. Bu tıbbi açıdan da geçerlidir: Esnekliğimiz, iyileşme yeteneğimiz, bu virüsün saldırılarına karşı koyma ve onu kendimize uyarlama yeteneğimiz uzun vadede virüsle savaşmaktan daha önemlidir. Bu yolda ışık, ısı, hareket, buluşma, beraberlik, anlamlı etkinlik, başkaları için de var olma, onlardan takdir görme ve kendisine ihtiyaç duyulduğunu hissetme gibi etmenler bizi güçlendirir. Bütün bunlar tam da bu dönemde engellenen şeylerdir. Sonuç olarak tartışma açarak sosyal, pedagojik, antropolojik, sosyolojik ve felsefi görüşlerin de alınması acilen gerekmektedir.

‘Geleceğin Cumaları’ (iklim için okul grevi) senaryoların ciddiye alınmasını talep ediyor – ama şimdi sorumlular virologlar ve epidemiyologların tavsiyelerinden medet umuyorlar.

Bu çılgınca bir şey. Çocuklarımızın ‘Dünyanın ateşi var!’ diyerek yaptıkları derhal önlem alma çağrısına sessiz kalındı. Buna karşılık ‘Bizim ateşimiz çıkıyor’ dendiği zaman her şey durdu. Uçaklar bile yerde kaldı. Her iki tümce de temellerini bilimsel senaryolardan alıyor. Yalnız: Biri doğrudan bizi hedeflerken diğerinin ucu buzullara, denizlere, iklime ve en son da bize dokunuyor. 

Buna karşın: ‘Bilim’ için artık güce değil, herkesin tartışmaya ve geleceğe yönelik alınacak kararlara katılımına ihtiyacımız var. Zamanın koşullarının zorlaşması ve ihtiyaçların sıkıştırmasıyla geleceğin konuşulması, demokrasi sorunu, ahlaklılık ve sorumluların sorumluluk duygusu daha çok önem kazanıyor.

Gerald Häfner’in başlıktaki resmi Sofia Lismont’un eseridir.

Gerald Häfner: Doğum 1956. Politikacı (90 İttifakı / Yeşiller), Alman Parlamentosu üyesi (1987-2002) ve Avrupa Parlamentosu üyesi (2009-2014).  Gazete yazarı ve Waldorf öğretmeni. Daha Fazla Demokrasi, Democracy International’in kurucularından. 2015’ten bu yana Goetheanum’da Sosyal Bilimler Bölümü başkanı.

Yazının Alındığı Kaynak: Das Goetheanum Dergisi

https://dasgoetheanum.com/zeitsymptome/2020/4/10/die-coronakrise-warum-demokratie-immer-wichtiger-wird

Bunlara da göz atın