Bütün kıtalarda yıldızlar kadar çok masal var.

yazan Eğitim Sanatı Dostları
3686 views
Vorhang Auf Dergisi’nin 125. Sayısı’nda yayınlanan yazı, derginin ve Micaela Sauber’in izniyle paylaşılmıştır.

Micaela Sauber

Çeviri: Bereket Uluşahin

Dünya, sayısız yıldızla çevrelendiği evrende güneş ve ayın eşliğinde kendisi gibi güneşin çevresinde dolaşan gezegenlerle birlikte kendi yörüngesini izler. İnsanların ürettiği masallar da yıldızlar gibi sayısızdır. Dünyanın her yerinde bilge insanlar en eski zamanlardan beri sanki bir halının motifleriyle örülmüş gibi ve daima ruha güç katan masallar anlatmışlardır. Kaynaklarını eski bilgeliklerden alan halk masalları ve mitler, bugün hâlâ, doğumlarından önceki zamanlardan tanıdıkları bir dille konuştukları için, çocukların ruhunu besleyen imgeler ve gelişim yasaları içerirler.* Yani halk masalları, gökler âleminden kendilerini gözeten ve başka insanlara anlatan kimselere sunulmuştur.

Eskiden beri her yerde kulaktan kulağa aktarılanların yazılmasına ancak 19. yüzyılda başlanmıştır. Önce bildiklerini başkalarına da anlatmayı kendine iş edinen bazı anlatıcılar, aralarında yaşadıkları insanların masal ve mitlerini yazmış ve Grimm Kardeşler’in masalları dâhil olmak üzere bütün dünyaya yaymışlardır. Daha sonra etnologlar, dünyanın pek çok ülkesini dolaşıp, daha başka neler varsa kendilerine anlattırmışlar ve bunları kaydetmişlerdir. Günümüzde halkların masal ve mitlerinin anlatılmasında dünya çapında bir Rönesans yaşanmaktadır. Bu da içinde bulunduğumuz dijitalleşme çağında şaşırtıcı bir şeydir.

Dünya masallarını tanımak isteyenler için çok sayıda Almanca kaynak bulunmaktadır, özellikle de Eugen Diederichs yayınevinin çıkardığı ‘Dünya Literatüründen Masallar’ (antika olarak bulunuyor hala) önemlidir. Tabii masallar internette de aranabilir.

Dünyanın çeşitli bölgelerinden masallar

Aşağıda dünyanın çeşitli bölgelerinden birkaç masal ve motif tanıtmak istiyoruz:

Yolculuğumuz kuzeyden başlıyor. Arktika’yı ziyaret ediyoruz. İnüitler uzun kış ayları boyunca kötü kokulu yağ kandili ışığında anlatılmış olan ve iyi araştırılmış büyük bir masal hazinesine sahipler. Aşağıda Lisa Tetzner’in ‘Masal Yılı’ kitabından küçük ve kısaltılmış bir masal:

İğne Balığı

Bir zamanlar iki çok yaşlı kadın varmış. Bir suyun kenarındaki iglularında çocuklar gibi mutlu bir yaşam sürerlermiş. Bir gece onlar uyurken minik bir iğne balığı yüzerek gelmiş ve bir şarkı tutturmuş: Evet, evet, en güçlü benim. Onları çiğ çiğ yiyebilirim. Onları ortadan ikiye biçeceğim.Yaşlı kadınlardan biri uyanmış ve ürkütücü ve tehdit dolu şarkıyı duymuş. Bunun bir cin olduğunu düşünmüş ve arkadaşını kulağını ısırarak uyandırmış. Bir cin geliyordiye fısıldamış. İki kadın sessizce kalkarak varlarını yoklarını toparlayıp kayıklarına taşımışlar. Son olarak küçük evlerini, su kaynağını, kiler kulübesini toparlamışlar ve evlerinin yolunu da sararak kaldırmışlar. Sonra kayıklarına binip sırt sırta verip oturmuşlar. Biri cini savuşturmak için elinde büyük bir bıçak tutuyormuş. Diğeri birden evdeki kaşıklardan birini almayı unuttuğunu fark etmiş. Kayıktan inmiş, koşarak gidip kaşığı almış ve kayığa dönerken ürkütücü şarkısını söyleyen iğne balığını görmüş: Evet, evet, en güçlü benim. Onları çiğ çiğ yiyebilirim. Onları ortadan ikiye biçeceğim.Yaşlı kadın balığa bakmış ve kaşığını suya daldırarak onu sudan çıkarmış. Bizi ortadan ikiye biçip yemek mi istiyordun? Aynı şeyi biz sana yapacağız.Bıçağını çıkarıp balığı ikiye bölmüş. Yarısını arkadaşına vermiş ve balığı çiğ çiğ yemişler. Sonra yolları, su kaynağını ve içinde barındıkları iglu da dahil olmak üzere bütün eşyalarını kayıktan indirip geri dönmüşler. Yeniden iglularına yerleşmiş ve yaşamları boyunca orada oturmuşlar.

Uykuyla uyanıklık arasındaki yaşlı bir kadının ruhu ona tehlikede, hatta yaşamsal bir tehlike içinde olduğunu söyler. Cinler aleminden gelen ses ürkütücü, kasvetli ve tehditkârdır. Kulağının ısırılmasıyla uyanan ikinci bir yaşlı kadınla birlikte sessizce, hızla ve temkinli bir şekilde harekete geçerler. Varlıklarının tümünü, suya giden yol dahil yaşamlarını sürdürdükleri tüm çevreyi tek tek paketleyip kaçmak üzere kayığa getirirler. Ürkütücü sesi duymayacak kadar meşguldürler. Kayığa oturur oturmaz kadınlardan birinin aklına yanına almayı unuttuğu kaşık gelir. Kayıktan iner, koşarak gider ve kaşıkla geri döner. Şimdi her şeyi açıkça görmekte ve ürkütücü şarkıyı minik bir balığın söylediğini duymaktadır. Ve harekete geçer. Bilinci ve belleği tamamen uyanmıştır. Ruhu ve ben’i her şeyi yeniden yerli yerine koyar ve maddi dünya içinde kalır. Burada ne harika sağaltıcı bir süreç anlatılmaktadır!

Hikayelerin bekçisi

Yolculuk şimdi büyük Amerika kıtasına götürüyor. Orada Avrupa masallarının anlatıldığı bir Rönesans’ın yanı sıra yerli halkın zengin geleneksel masal birikimini buluyoruz. Kuzey ve Güney Amerika’nın ve aynı zamanda Kanada’nın yerli halklarının çocuklara uygun motifler içeren Almanca’ya da çevrilmiş olağanüstü bir masallar derlemi var.

Geleneksel hikayelerin ağızdan ağıza aktarımı bu halklarda  yönlendirici, eğitici ve özellikle sağaltıcı bir araçmış. Bugün hâlâ bu hikayelere vâkıf bazı inisiye kimseler bulunmaktadır.

Hikayelerin bekçilerinden biri de bazen günler ya da haftalarca süren geleneksel hikâyelerden oluşan repertuarıyla Kanadalı Ron Evans’tır. 12 yaşında hikâye ve geleneksel anlatı üstatlarından eğitim almaya başlamıştır. Bu eğitimde hiçbir keyfiliğe yer yoktur. Ron Evans’ın anlattığı hikâyeler hiç tanımasa dahi dinleyenlerle derin bir bağ kurar. Bir keresinde ondan dinlediğim bir hikâyeden sağaltıcı ve gizemli bir gücün bana doğru aktığını hissetmiştim. Onun anlatıları saatlerce ya da günlerce sürebilir. (Burada buna bir örnek veremiyoruz.)

Yolculuk şimdi güneye götürüyor. Laurens van der Post’un ‘Küçük Avcının Yüreği’ adlı kitabından seçtiğimiz bir Afrika masalı bu kıtanın masalları arasında bir mücevher gibidir.

Gökten Gelen Kadın

Bir zamanlar siyah-beyaz benekli bir inek sürüsüne sahip olan bir adam varmış. Adam ineklerini hep en iyi otlaklara sürer ve yaban hayvanların onları otlarken ürkütmemeleri için elinden geleni yaparmış. Akşamları onları avlularına götürür, kapılarını dikenli dallarla kapatır ve büyük bir zevkle geviş getirmelerini izlermiş. Ertesi gün nefis bir süt vereceklerini düşünür, sevinç duyarmış.

Fakat bir sabah ineklerin memelerinin pörsük ve boş olduğunu görmüş. Ertesi gün onları daha uzak ve özlü bir otlak alana götürmüş. Ama bir sonraki sabah yine aynı durumla karşılaşmış. Üç kez otlak değiştirmiş, ama inekler yine hiç süt vermemiş. Bir sonraki gece uyumamış ve nöbet tutmaya başlamış; gece yarısına doğru ince ipliklerle örülmüş bir halatın gökten yere indiğini ve birtakım genç kadınların teker teker halattan aşağıya doğru kaydıklarını görmüş. Güzel kadınlarmış, neşeyle fısıldaşarak ve gülüşerek avluya girmişler. Getirdikleri bal kabaklarının içine ineklerin sütünü sağarak memelerini boşaltmışlar. Adam öfkeyle aralarına dalmış, ama kadınlar çil yavrusu gibi dağılmış. Birini yakalamayı başarmış, diğerleri süt dolu kabaklarıyla birlikte göğe yükselerek kaçmışlar. Yakaladığı kadın içlerinde en güzel olanıymış. Onu kendine eş olarak almış ve gökten gelen kadınlar bundan sonra onu rahat bırakmış.

Karısı tarlalarda çalışıyor ve kendisi de ineklerini otlatıyormuş. Mutlularmış ve keyifleri yerindeymiş. Yalnız adamın canını sıkan bir şey varmış. Karısı, getirmiş olduğu kapaklı bir sepetin içine bakmamaya söz vermesi koşuluyla onunla evlenmeyi kabul etmişmiş. Ama adamın giderek merakı artıyormuş ve günün birinde evde yalnızken sepetin kapağını açıp içine bakmış. Bakar bakmaz da gülmeye başlamış.

Karısı akşam dönünce yapılanı hemen anlamış. Elini kalbine koyarak göz yaşları içinde sepetin içine bakmışsındemiş. Adam gülerek yanıtlamış: Sersem kadın! Bunu neden bu kadar büyütüyorsun? Sepetin içinde bir şey yok ki.Bunun üzerine kadın ona sırtını dönerek gün batımına doğru yürüyerek gözden kaybolmuş ve onu bir daha da gören olmamış.

Laurens van der Post kadının neden gittiğine ilişkin şunları yazar: ‘O, kocası sözünü tutmadığı için gitmedi, bunu affedebilirdi. O, göklerden getirdiği birçok güzel şeyi kocası görmediği ve üstelik güldüğü için gitti.’

Burada anlatılan, materyalizmin bizi içine düşürdüğü durumdur. ‘Ruhun ne kadar çok göksel hazineye sahip olduğu artık algılanmamaktadır ve masaldaki kadının antik bir simge olarak temsil ettiği ruhumuzu kaybetmekteyiz.’ (L.v.d.P.)

Ama bu kadının, sepetiyle birlikte başka bir yerde daha ortaya çıkıp çıkmadığına bakmadan önce yönümüzü doğuya çeviriyoruz.

Yetişkinler için masalın resmi

‘Gökten Gelen Kadın’ masalı sanatçı Andrea Wilmers’in aşağıdaki resminin esin kaynağıdır. Resim doğrudan masalın bir illüstrasyonu olarak düşünülmemiştir, masalın içeriğinin verdiği esinden yola çıkarak ulaşılan sonuçtur. Bakarken sıradan düşünceleri bir yana bırakırsak resim konuşmaya başlamaktadır. Resmin size anlattığı nedir? Resmi ters çevirerek bakmak da oldukça ilginç olabilir. Geri bildirim olursa seviniriz. (ewaldow@waldowverlag.de)

Asyanın Sihirli Masalları

Koca Asya kıtası görkemli masalların yanı sıra bize yabancı olan, bir kısmı Sibirya kökenli ve pek bilmediğimiz Şamanist motifler de sunar.

Asya’nın sıra dışı iki büyülü masalında hayal yeni bir gerçekliğe dönüşür. Bu da arzuladığımız bir geleceği hayal etme cesareti vermektedir. ‘Sırmalı Kumaştaki Resim’, Dschuang masalı ‘Yan Ga ve Ejderha Kız’, ‘Ormandaki Ayı Bakıcısı’, ‘Tek Boynuzlu Manda’ (Uygur masalı)

(Okumayı arzu edenler için: Mail@micaela-sauber.de)

Diederichs koleksiyonunda sevimli bir resimler alemi eşliğinde Çin’in ilginç ve hoş sihirli masalları ve küçük imgesel bilgelik hikayeleri bulunmaktadır.

Sihirli Küp         

Bir zamanlar adamın biri tarlasını kazarken büyük bir toprak küp bulmuş. Küpü eve götürmüş ve karısına küpü temizlemesini söylemiş. Kadın temizlemek için fırçasını küpün içine daldırınca küp birden bir sürü fırçayla dolmuş. Ne kadar çok fırçayı dışarı çıkarırsa çıkarsın yerine yenileri geliyormuş. Adam fırçaları satmaya başlamış ve aile daha iyi bir yaşama kavuşmuş. Bir gün yanlışlıkla küpün içine bir parça altın düşmüş. Fırçalar anında yok olmuş ve küp altınla dolmuş. Altının sonu gelmiyormuş.

Adamın evde yaşayan yaşlı ve düşkün bir dedesi varmış. Yapacak başkaca bir işi olmayan dedesini altınları boşaltması için küpün başına dikmiş. Dedesi yorgun düştüğü zaman ona kızar, bağırır ve ne kadar tembel olduğunu söylermiş. Günün birinde yaşlı adamın gücü tükenmiş ve küpün içine düşüp ölmüş. Anında altınlar yok olmuş ve küpün içi ölü dedelerle dolmuş. Ölülerin küpten çıkarıldıktan sonra gömülmeleri için yapılan harcamalara altınlar yetmemiş. Altınlar tükenince de küp parçalanmış ve adam yeniden yoksul yaşamına dönmüş.

Burada küçük bir hikâyenin imgeleriyle bir uyarı ve ahlaki terbiye amacıyla zamana bağlı olmayan bir ders verilmektedir. Hikâye imgelerin tutarlı olduğu ölçüde masalsıdır. Tembellik etmezsek hepimiz dünyevi yaşamımızda ‘tarladaki sihirli küpü’ buluruz. Ruh bu küpü temizler ve bu gayret bereket getirir ve yükseliriz. Fakat bu hikâyenin sonu masalların değişmez yasası uyarınca iyi mi bitiyor? Buradaki olumlu sonuç, doymak bilmeyen bir hırsa ve insanın aşağılanmasına son verilmesinin, ayrıca bunlara karşı bir denge yaratmanın zorunluğudur. Bu bağlamda Grimm derlemesinden bir kuzey Alman masalı olan ‘Balıkçı ve Karısı’nı ve bunun Doğu Avrupa’daki çeşitli değişik türlerini hatırlayabiliriz.

Avrupa Masalları

Şimdi zenginliği ve unutulmaması gereken ortak formasyonuyla Avrupa’ya geliyoruz. 2000 yıl öncesinin Filistin’indeki gelişmelerle yaşanan bir dönüm noktasından bu yana Avrupa masalları insanların tinsel-manevi gelişimlerine ilişkin motifler içerir. Zamanımızda temel motif, kalplerinin ve vicdanlarının gücü sayesinde ödüllendirilen aklı bir karış havada ve saf insanları konu alan masallardır. Bunların sosyal yaşamda düzenleyici ve sağaltıcı bir rolü vardır. Kadın figürleri büyü yapılmış kardeşlerini ya da sevgililerini kurtarmak için bin bir güçlükle dünyayı ve yıldızları arşınlarlar. Acaba masallarda yıldızlardan gelen armağanları algılamamız için, sepetiyle birlikte ‘gökten gelen kadın’ hediyeleriyle geri mi dönmektedir?

Avrupa’nın halk masallarının çoğu Ortaçağ’da yaratılmış ya da birtakım eski motiflerin kimliklerini bilemediğimiz gizli yaşamış ve etkilerini yaymış insanlar tarafından dönüştürülmesiyle ortaya çıkmıştır.

Onlar bütün batıyı gezerek insanları bu imgesel hikâyelerle günümüze hazırlamak üzere masallarını anlatmışlardır. Mesajları derinden Hristiyanlığa dairdir. Bugün için önemli olan Rudolf Steiner’in bize antroposofi ve hristoloji üzerinden aktardığı gibi mesajların kavramsal olarak hazmedilmesidir (Rudolf Steiner, Halk Masallarındaki Rosenkreuz Bilgeliği). Bu masallar barındırdıkları imgeler ve simgelerle büyük güçlükleri, eziyet ve krizin aydınlığa dönüşmesini, bilgeliği, merhamet ve sevgiyi ve iyinin zaferini anlatır. Masallar çocukların ruhu ve çocukluğu masalsız geçen yetişkinler için önemli bir gıdadır.

Halkları ve masallarıyla dünyanın çevresinde hızlıca yaptığımız yolculuğu pırıltısı uzak bir geleceğe uzanan mücevher gibi bir masalla sona erdiriyoruz. Bu bir Bosna masalı (‘Başka Bir Ülkeye Götüren Yollar’dan bir motif, Mellinger Yayınevi, M. Sauber’in derlemesi). Yeni bir dünyanın kurgulanması doğunun ve batının bazı masallarındaki ortak motiftir.

Altınla Dokunan Kumaş

Anlatılana göre Batı Bosna’daki bir mağarada büyük bir dokuma tezgâhında oturup som altın bir kumaş dokuyan bir kraliçe yaşıyormuş. Kimse bu mağaranın bir girişi olduğunu bilmezmiş. Yalnız kraliçenin güvercinleri bu girişi bilirmiş. Güvercinler her gün girer çıkar ve dünyadaki insanların yaptığı iyi şeyleri anlatırmış. Kuşlar anlatırken kraliçenin ördüğü kumaş için mucizevi bir şekilde altın bir iplik yoktan var olurmuş. Söylenen o ki, güvercinler günün birinde gelip insanlar arasında iyilikten başka bir şey kalmadığını, iyi insanların edimleriyle her şeyi dönüştürdüklerini bildireceklermiş. Bunun üzerine mağara açılarak içine ışık dolacak ve kraliçe altın kumaşı tezgâhtan alıp ışığa taşıyacakmış. Kumaş yayılarak altın pırıltısıyla bütün ülkeyi örtecek ve kraliçe de her zamanki gibi iyi insanların kraliçesi olacakmış. Dünyanın derinliklerinde bir güneş ülkesi ortaya çıktığını görüyoruz! Masal kahramanlarının daima yaptığı gibi kötüyle mücadele sonunda elde edilen kazanımlar kalıcıdır. Onlar yeni bir altın çağın gelmesi için çalışırlar. Bu hikâye teselli içermektedir. Masal Ortaçağ’da yaşamış Boşnak Bogomil (1) kültürünün bir ürünüdür. Onlar Güney Fransa’daki Kathar (2) tarikatına yakın duran Batı Slavlar’ın Hristiyan ayrılıkçılarıydılar ve kötüyü iyilikle dönüştürmeyi düstur edinmiş bir akımın üyesiydiler.

  • *Rudolf Steiner, 11.09.1920, (GA199) Hayal gücü gerçekte dünya dışı imgelemin dünyevi bir yansımasıdır…Şimdi manevi dünyadan rahme düşerek doğum yoluyla dünyevi yaşama imgeleriyle birlikte inen ruhların çağı başlıyor…..insanın hissetmesi gereken: Sen içinde doğum öncesi yaşamdan imgeler taşımaktasın, bunları yaşamının içinde canlandırmalısın…..Hayal gücünün aydınlattığı masal ve efsanelerden edinilen terbiyeyi reddeden aymazlar vardır…..Ayrıca söylenen şudur: İmgesel olmayan bir şeyle buluşturduğunuz çocuğun ruhunda, görsel bir sunumla yükseltilmediği takdirde bunu paramparça edecek güçler gizlidir…..Sonunda isyancılar, devrimciler, mutsuz insanlar, bilinmeyen bir şeyleri istedikleri için ne istediğini bilmeyen insanlar ortaya çıkar….Günümüzde insanlar isyan ediyorsa bu, onların ruhlarının içinde dizginlenmiş olan cennetin isyanıdır.

Çevirenin notu:

  1. Bogomiller / İlk anarşist Hristiyanlar
    Bogomilizm, Ortaçağ’da Bulgaristan’da başlayan, Avrupa’da pek çok ülkede insan kitlelerini etkileyen, yüzyıllar sonraysa yok edilen, toplumsal ve dini bir harekettir. Bogomilizmin özünde dünyanın yaratılışına dair ikilik bulunmaktadır ve bu nedenle 10. yüzyılın ilk çeyreğinde Kilise tarafından “sapkın” bir inanç olarak kabul edilmiştir.
  2. Katharlar – 10.yüzyılda Bulgaristan’da ortaya çıkan Bogomiller hareketinin inanç ve fikirleri bir müddet sonra Bizans’a, Dalmaçya’ya, daha sonra da İtalya üzerinden Fransa’ya ulaşır. Burada yeni bir dinî hareketin doğmasına yol açar. Midi ve Provence olarak da bilinen güney Fransa’da 12. yüzyılda ortaya çıkan bu yeni dinî hareketin mensuplarına “saflar” veya “temiz olanlar” anlamında Katharlar denilmiştir. Bu inancın mensupları ise kendilerini “İyiler”, “İyi Hıristiyanlar” veya “Tanrı Dostları” olarak isimlendirmekteydiler. Bir yandan Bizans kökenli Bogomilizmin, diğer yandan İtalya’da ortaya çıkan Albiler bir uzantısı olmaları nedeniyle Katharların dinî doktrinleri farklı bir mahiyet arz etmekteydi. Onlara dair eldeki bilgilerin büyük çoğunluğu düşmanları olan Katolik Kilisesi’nin kaynaklarına dayanır. Bazı araştırmacıların tespitine göre “Katharlar” kavramı 11-14. yüzyıllar arasında Katolik Kilisesi’ne muhalif bütün dinî hareketlerin ortak ismi hâline gelmiştir.

Bunlara da göz atın